10 Temmuz 2015 Cuma

KAPİTALİZMİN ROMANI - PARAŞÜTÇÜ TİPİ EMNİYET KEMERİ –


                                   

    Yaklaşık bir ay evvel, elime bir kitâp geçti. Yeni tanıştığım Halil İbrâhim Çelimli’nin Chiviyazıları Yayınları’ndan çıkan ikinci romanı olan “Paraşütçü Tipi Emniyet Kemeri”ni, daha henüz okurlarıyla buluşmadan, yazarının imzâsıyla berâber okuma fırsatı elde ettim. Bir nevî fırından çıkar çıkmaz, yenilen sıcak ekmek gibi… Hiç bitmeyen ve rûhu doyuran bir sıcak ekmek gibi.

    Çelimli’nin ilk romanını henüz okumasam da, bu romanı üzerinden oldukça ilginç ve hoş bir tarzı olduğunu söyleyebilirim. Roman, genel olarak işçilerin yaşadığı sorunları anlatmak ve kapitalizmin eleştirisi üzerine odaklanmış. Özel olarak Rusya’da Türkiye’den giden müteahhid firmaların Türk ve Rus işçilere yaptıklarını, haklarını nasıl gasb ettiklerini gösterme amacı taşıyor. Yazarın asıl mesleğinin mühendislik olması ve bu konunun şâhidlerinden olması da, ayrıca önemli.

   Roman, bir siyâsî roman gibi başlıyor. Türkiye’nin 12 Eylül öncesinde yaşadığı sağ-sol çatışmaları içerisinde, dünyâya sol taraftan bakan birinin romanı gibi başlıyor. Hattâ neredeyse romanın sonuna kadar bu hava ortadan kaybolmuyor. Tabiî, sık sık günümüze dönüyor ve romanın başındaki yan karakterin, günümüze dönüşlerde ana karaktere döndüğünü görüyoruz.

   Romanın başındaki yan karakter dediğim kişi, bana Hüseyin Nihâl Atsız’ın Ruh Adam adlı romanındaki Yek karakterini hatırlattı. Ruh Adam’daki Yek, ne olduğu ve kim olduğu bilinmeyen, Türk mitolojisindeki anlamına uygun biri[1]. Bu yan karakter de, sanki Yek’in farklı bir görüntüsü. Tabiî Yek ile bu kişi arasında dağlar kadar fark var ve herhangi bir etkilenme görünmüyor. Burada edebî bir yakınlık değil de, karakter yakınlığı var.

   Romanın yan karakteri sandığımız asıl karakterin karşısında ise gerçekten bir yan karakter var ve bütün roman, onun yaşadıklarından ibâret. Yâni aslında o da romanın bir diğer asıl karakteri. Karanlık geçmişi, yaşadıkları, terk edilişi, sonunda da adâleti kendi sağlama düşüncesi ve Pandora’nın kutusunu açışı…

   Bir yerde Lenin ile Yunûs Emre’nin bir araya gelebilmesi ise oldukça ilginç. Diyalektik materyalizm olan Marksist sosyalizm ile tasavvûf nasıl bir araya gelir? Tabiî bunu herhangi bir zorlama olmadan, edebî değeri düşürmeden yapması, hattâ bir beyin jimnastiğine dönüştürmesi ise romana değer katan önemli bir nokta.        

   Yazarımız, romanın bir noktasında kendisini de romana dâhil etmekten geri durmuyor. Tabiî, benimki bir tahmîn ama doğru olduğunu düşünüyorum. Romanın sonlarına doğru bir iki sayfalık kısım da, önemli bir figüran olarak karşımıza çıkıyor. Romanın sonu ise bütün siyâsî geçmişin alt üst olduğu, ana karakter ile yan karakterin birleştiği bir sonuca ulaşıyor.

   Bir yandan Türkiye’nin siyâsî geçmişi, siyâsî geçmişin ötesinde derinlerde kalmış mânevî geçmişi, bir yandan kapitalizmin en vahşî hâli, bir yandan işçilerin sorunları, bir yandan birçok karanlık işte kullanılıp, sonra kenara atılanlar, bir yandan da hepsini sarmalayan bir politik mâcerâ romanı… Bir yanıyla kurgunun, bir yanıyla gerçeğin ta kendisi… Karar sizin… İster kurgu, ister gerçek. Ama mutlâka okunması gereken bir eser…Tavsîye ederim, okuyunuz efendim.
           

          KUTLU ALTAY KOCAOVA

10 Temmûz 2015  




[1] Budizm dönemi Uygur Türkleri’nin inançlarında Yek, şeytânî bir varlıktır.