2017 yılı bize yeni bir
eser kazandırdı. Kitâblarla yaşadığı sevgiyi, kitâblarla berâber yeni bir
kitâba dönüştüren değerli Oğuzhan Saygılı hocamın “Kitaplarla Söyleşi 1” adlı
eseri yayınlandı.
Eserden söz etmeden evvel Oğuzhan hocamdan söz etmek
isterim. Kendisi değerli bir eğitimci olmasının yanında Türkiye Kamu
Çalışanları Vakfı Gâziantep şubesinde çok değerli faâliyetler yürütüyor. Bu
faâliyetlerin başında ise “Okuduğumuz Kitabı Anlatıyoruz” etkinliğinin yeri
ayrı.
Bu etkinlik, etkinliğe katılan kişilerin, okudukları
kitâbları orada bulunan insanlara sunması üzerinden gerçekleştiriliyor. Bildiğim
kadarıyla birkaç yıldır devâm eden bu etkinlik, epey bölgeye ve farklı gruplara
da yayılmış durumda. Bu çok güzel bir şey. Değerli Oğuzhan hocamın bu kitâb
sevgisi ve tutkusunun öğrencilerine de geçeceğine adım gibi emînim. Zîrâ bir
öğretmen olarak kitâb okuma konusunda en etkili üç kişi, kitâb okuyan öğretmen,
kitâb okuyan anne ve kitâb okuyan baba olduğunu düşünüyorum. Önündeki
örneklerin kitâb okuduğunu gören çocuk, ister istemez kitâb okumaya
yönelmektedir. Tabiî, bu konuda dayatma yapılmayıp, çocuk özgür bırakılırsa,
elbette çok daha etkili olur.
Bu kısa girizgâhımızdan sonra esere gelecek olursak, kırk
bir farklı yazıdan oluşuyor. Bu yazıların her biri, farklı bir kitâbın
tanıtımı. Yazarımız önsöz kısmında “tanıtım yazısı mı, tahlil mi, kitap özeti
mi, eleştiri mi” olduğuna okurun karar vereceğini söylüyor. Bunda sonuna kadar
haklı. Zâten aynı zamanda bir yazar olarak her zaman kitâbların iki yazarının
olduğunu söylerim. Biri, yazar; diğeri okuyucu… Çünkü okuyucu, çoğu zaman
kitâbın yazarından bambaşka bir kitâb okumuş olur. Elbette bu bizim zihnimizin
güzelliğidir. Peki, kitâbın ilk okuyucularından biri olarak bu kitâb, bana göre
neyi ifâde ediyor?
“Kitaplarla Söyleşi”, tanıtım yazıları, tahliller ve
eleştirilerin hepsini ama bunların da ötesinde bir şeyi barındırıyor. O da kırk
bir yazının tamâmının aynı zamanda birer makâle ve deneme olduğu gerçeği…
Kitâbı okuyanlar ya da ilgili gazete ve dergilerde belirtilen târihlerde okumuş
olanlar, kitâb tanıtımının ötesinde olduğunu fark edeceklerdir. Zîrâ gördüğümüz
şey, hem bunları kapsayan, hem de dışında ve bağımsız olan bir şey… Bu çok
önemli. Eğer bu eseri, sâdece kitâb tanıtımı ya da eleştirisi olarak okursanız,
hem haksızlık etmiş olursunuz, hem de hatâlar bulabilirsiniz. Meselâ bir kitâb
eleştirisi ya da değerlendirmesi yazılırken, genel olarak kitâbın genel konusu
dışında, detay teşkil eden bilgi verilmemeye çalışılır. Yâni kitâbı, okuyucunun
gidip alması ve okuması beklenir. Oğuzhan bey, öyle yapmıyor. Kitâbı
tanıtırken, aynı zamanda kitâbın içinden değerli bilgiler veriyor. Bu da söz
konusu yazıyı, tanıtım, eleştiri ya da değerlendirme yazısının dışına, daha üst
bir boyuta taşıyor. Bu da muazzâm bir sentez aslında. Yâni kitâblara dâir
yazılan yazılarda hem kitâb tanıtımı, hem kitâb eleştirisi, hem kitâb
değerlendirmesi, hem de değerlendirilen kitâbın konusu üzerinden bir makâle ya
da deneme, hem de bunların komple birleştirilmesi, sentez hâline getirilmesi.
Bu durum kitâba çok önemli bir özellik daha kazandırıyor.
O da eserin kırk bir kitabın değerlendirmesi ile sınırlı kalmaması. Yâni bu
yönüyle kırk bir kitâb yazısının altında iki yüze yakın kitâbı bulabiliyoruz.
Tabiî, bu kitâblar, çoğunlukla incelenen kitâbların kaynak olarak kullandığı
kitâblar. Ancak çoğu kitâb yazısında kaynakçada belirtilen kitâblara pek vurgu
yapılmaz. Elbette bir kitâb yazısı için kaynakça kitâblara vurgu yapmak çok
gerekli değildir. Ancak yazarımız böylece tanıttığı ya da adını duyurduğu
kitâbların sayısını da arttırmış oluyor. Meselâ “Cemal Paşa ve Ermeni Göçmenleri: 4. Ordu’nun İnsani Yardımları”
başlıkları yazıyı okuyanlar, Ali Fuat Erden’in 1. Dünyâ Savaşı’nda Sûriye
cephesini anlattığı “Suriye Hatıraları” adlı eserini de görecektir. Aynı
şekilde Halil İnalcık’ı anlatan kitâbın tanıtımında birçok kişi, ister istemez
Halil İnalcık’ın yazdığı kitâblarla ilgilenecektir.
Bu durum, kitâbın sunuş yazısını hazırlayan değerli
İskender Öksüz’ün de dikkâtini çekmiş ki, sunuş yazısının son paragrafında
şöyle demiş: “41 yazıda, birkaç sayfa
içinde bazen bir, bazen birkaç kitabı birden öğreniyorsunuz”. Evet, bu
gerçek bir başarı hikâyesidir ve her yönüyle çok değerlidir.
Bununla berâber kitâbın son kısmının Tatar Türklüğünün
büyük aydını Fâtih Kerimî’ye ayrılması ise çok güzel bir davranış olmuş.
Maâlesef, Türkiye’de Türklüğün ve Türk milliyetçiliği düşüncesinin büyük
isimlerinden olan bu aydın, pek tanınmıyor. Hattâ konunun uzmanları dışında
bilen yok desek, ne yazık ki, yanılmış olmayız. Kitâbın sonundaki üç yazıdan
oluşan Fâtih Kerimî bölümü, hem bu büyük aydınımıza bir selâm, hem bu konuda
ele alınan üç kitâbın yazarlarına (Fâzıl Gökçek ve Hayri Ataş) bir teşekkür,
hem de okuyuculara değerli bir aydınımızın tanıtılmasıdır.
Bu kitâbda hâtırâlar var, edebiyat var, başarılar var,
kişisel gelişim var, târih var, sosyoloji var, psikoloji var ve en önemlisi
Türklüğün ve insanlığın kendisi var. Kişisel gelişim kitâbı yazacak olanlara
güzel ve etkili eleştiriler yer alırken, ne yapmaları gerektiği var; insanları
başarıya ve mücâdeleye götüren hikâyeler yer alırken, kendi özeleştirimiz var.
Günlükler, hâtırâlar, biyografiler yer alırken, târihin kendisi ve târihe bir
de nasıl bakmamız gerektiği var. Savaşların târihin gölgesinde kalmış, sessiz
insanların târihi var. Türklerin sosyolojik ve psikolojik yapısı yer alırken,
bundan nasıl çıkabileceğimiz var. Fâtih Kerimî’nin İstanbul’da gördüğü ve büyük
hayâl kırıklığı yaşamasına sebeb olan olayların, aslında büyük çöküşümüzün
nedeni olduğu gibi bu durumdan kurtuluş için başarı hikâyelerinde yer alan
çözüm var. Bu yönüyle de görebilen gözler ve anlayabilen zihinler için
yazıların hepsi, birbirleriyle ilişkili…
Ne diyelim, okuyunuz efendim… Kendinizi bulacaksınız…
KUTLU
ALTAY KOCAOVA
03.02.2017