29 Nisan 2017 Cumartesi

KİTÂBLARLA SÖYLEŞEN KİTÂB



            2017 yılı bize yeni bir eser kazandırdı. Kitâblarla yaşadığı sevgiyi, kitâblarla berâber yeni bir kitâba dönüştüren değerli Oğuzhan Saygılı hocamın “Kitaplarla Söyleşi 1” adlı eseri yayınlandı.

           Eserden söz etmeden evvel Oğuzhan hocamdan söz etmek isterim. Kendisi değerli bir eğitimci olmasının yanında Türkiye Kamu Çalışanları Vakfı Gâziantep şubesinde çok değerli faâliyetler yürütüyor. Bu faâliyetlerin başında ise “Okuduğumuz Kitabı Anlatıyoruz” etkinliğinin yeri ayrı.

            Bu etkinlik, etkinliğe katılan kişilerin, okudukları kitâbları orada bulunan insanlara sunması üzerinden gerçekleştiriliyor. Bildiğim kadarıyla birkaç yıldır devâm eden bu etkinlik, epey bölgeye ve farklı gruplara da yayılmış durumda. Bu çok güzel bir şey. Değerli Oğuzhan hocamın bu kitâb sevgisi ve tutkusunun öğrencilerine de geçeceğine adım gibi emînim. Zîrâ bir öğretmen olarak kitâb okuma konusunda en etkili üç kişi, kitâb okuyan öğretmen, kitâb okuyan anne ve kitâb okuyan baba olduğunu düşünüyorum. Önündeki örneklerin kitâb okuduğunu gören çocuk, ister istemez kitâb okumaya yönelmektedir. Tabiî, bu konuda dayatma yapılmayıp, çocuk özgür bırakılırsa, elbette çok daha etkili olur.

            Bu kısa girizgâhımızdan sonra esere gelecek olursak, kırk bir farklı yazıdan oluşuyor. Bu yazıların her biri, farklı bir kitâbın tanıtımı. Yazarımız önsöz kısmında “tanıtım yazısı mı, tahlil mi, kitap özeti mi, eleştiri mi” olduğuna okurun karar vereceğini söylüyor. Bunda sonuna kadar haklı. Zâten aynı zamanda bir yazar olarak her zaman kitâbların iki yazarının olduğunu söylerim. Biri, yazar; diğeri okuyucu… Çünkü okuyucu, çoğu zaman kitâbın yazarından bambaşka bir kitâb okumuş olur. Elbette bu bizim zihnimizin güzelliğidir. Peki, kitâbın ilk okuyucularından biri olarak bu kitâb, bana göre neyi ifâde ediyor?

            “Kitaplarla Söyleşi”, tanıtım yazıları, tahliller ve eleştirilerin hepsini ama bunların da ötesinde bir şeyi barındırıyor. O da kırk bir yazının tamâmının aynı zamanda birer makâle ve deneme olduğu gerçeği… Kitâbı okuyanlar ya da ilgili gazete ve dergilerde belirtilen târihlerde okumuş olanlar, kitâb tanıtımının ötesinde olduğunu fark edeceklerdir. Zîrâ gördüğümüz şey, hem bunları kapsayan, hem de dışında ve bağımsız olan bir şey… Bu çok önemli. Eğer bu eseri, sâdece kitâb tanıtımı ya da eleştirisi olarak okursanız, hem haksızlık etmiş olursunuz, hem de hatâlar bulabilirsiniz. Meselâ bir kitâb eleştirisi ya da değerlendirmesi yazılırken, genel olarak kitâbın genel konusu dışında, detay teşkil eden bilgi verilmemeye çalışılır. Yâni kitâbı, okuyucunun gidip alması ve okuması beklenir. Oğuzhan bey, öyle yapmıyor. Kitâbı tanıtırken, aynı zamanda kitâbın içinden değerli bilgiler veriyor. Bu da söz konusu yazıyı, tanıtım, eleştiri ya da değerlendirme yazısının dışına, daha üst bir boyuta taşıyor. Bu da muazzâm bir sentez aslında. Yâni kitâblara dâir yazılan yazılarda hem kitâb tanıtımı, hem kitâb eleştirisi, hem kitâb değerlendirmesi, hem de değerlendirilen kitâbın konusu üzerinden bir makâle ya da deneme, hem de bunların komple birleştirilmesi, sentez hâline getirilmesi.

            Bu durum kitâba çok önemli bir özellik daha kazandırıyor. O da eserin kırk bir kitabın değerlendirmesi ile sınırlı kalmaması. Yâni bu yönüyle kırk bir kitâb yazısının altında iki yüze yakın kitâbı bulabiliyoruz. Tabiî, bu kitâblar, çoğunlukla incelenen kitâbların kaynak olarak kullandığı kitâblar. Ancak çoğu kitâb yazısında kaynakçada belirtilen kitâblara pek vurgu yapılmaz. Elbette bir kitâb yazısı için kaynakça kitâblara vurgu yapmak çok gerekli değildir. Ancak yazarımız böylece tanıttığı ya da adını duyurduğu kitâbların sayısını da arttırmış oluyor. Meselâ “Cemal Paşa ve Ermeni Göçmenleri: 4. Ordu’nun İnsani Yardımları” başlıkları yazıyı okuyanlar, Ali Fuat Erden’in 1. Dünyâ Savaşı’nda Sûriye cephesini anlattığı “Suriye Hatıraları” adlı eserini de görecektir. Aynı şekilde Halil İnalcık’ı anlatan kitâbın tanıtımında birçok kişi, ister istemez Halil İnalcık’ın yazdığı kitâblarla ilgilenecektir.

            Bu durum, kitâbın sunuş yazısını hazırlayan değerli İskender Öksüz’ün de dikkâtini çekmiş ki, sunuş yazısının son paragrafında şöyle demiş: “41 yazıda, birkaç sayfa içinde bazen bir, bazen birkaç kitabı birden öğreniyorsunuz”. Evet, bu gerçek bir başarı hikâyesidir ve her yönüyle çok değerlidir.

            Bununla berâber kitâbın son kısmının Tatar Türklüğünün büyük aydını Fâtih Kerimî’ye ayrılması ise çok güzel bir davranış olmuş. Maâlesef, Türkiye’de Türklüğün ve Türk milliyetçiliği düşüncesinin büyük isimlerinden olan bu aydın, pek tanınmıyor. Hattâ konunun uzmanları dışında bilen yok desek, ne yazık ki, yanılmış olmayız. Kitâbın sonundaki üç yazıdan oluşan Fâtih Kerimî bölümü, hem bu büyük aydınımıza bir selâm, hem bu konuda ele alınan üç kitâbın yazarlarına (Fâzıl Gökçek ve Hayri Ataş) bir teşekkür, hem de okuyuculara değerli bir aydınımızın tanıtılmasıdır.

            Bu kitâbda hâtırâlar var, edebiyat var, başarılar var, kişisel gelişim var, târih var, sosyoloji var, psikoloji var ve en önemlisi Türklüğün ve insanlığın kendisi var. Kişisel gelişim kitâbı yazacak olanlara güzel ve etkili eleştiriler yer alırken, ne yapmaları gerektiği var; insanları başarıya ve mücâdeleye götüren hikâyeler yer alırken, kendi özeleştirimiz var. Günlükler, hâtırâlar, biyografiler yer alırken, târihin kendisi ve târihe bir de nasıl bakmamız gerektiği var. Savaşların târihin gölgesinde kalmış, sessiz insanların târihi var. Türklerin sosyolojik ve psikolojik yapısı yer alırken, bundan nasıl çıkabileceğimiz var. Fâtih Kerimî’nin İstanbul’da gördüğü ve büyük hayâl kırıklığı yaşamasına sebeb olan olayların, aslında büyük çöküşümüzün nedeni olduğu gibi bu durumdan kurtuluş için başarı hikâyelerinde yer alan çözüm var. Bu yönüyle de görebilen gözler ve anlayabilen zihinler için yazıların hepsi, birbirleriyle ilişkili…

            Ne diyelim, okuyunuz efendim… Kendinizi bulacaksınız…

KUTLU ALTAY KOCAOVA


03.02.2017