26 Mart 2020 Perşembe

ÖLÜMÜN HİKÂYESİ: GASSAL


Görüntünün olası içeriği: şunu diyen bir yazı 'GASSAL AL ESER' Fotoğraf açıklaması yok.

Edebiyâtımız genç ve güçlü bir kalemi kazandı, diyebilim. Nisâ Eser. Henüz yirmi yaşında ama hikâye alanında birçok ödülü var. Timav Liseler Arası Geleneksel Hikâye Yarışması, Küsader Yüreğe Dokunan Kadınlar Öykü Yarışması, Yazarperest 2. Vefa Yarışması ve Türk Ocakları’nın “Karacaahmet’te İlk Buluşma” adlı hikâye yarışmasında farklı ödüller kazanmış.

Genç yazarımızı değerli Mehmet Öskan hocamızın aracı olmasıyla tanıdım. Bu haftanın başında da kitâb elime geçti. Başka bir kitâbı okuduğum için bugünü bekledim. Bu sabah i’tibâriyle ise uyanır uyanmaz ilk işim, “Gassal”ı elime almak ve okumaya başlamak oldu. İnanılmaz derecede akıcı bir kitâb. İlk yarım sa’âtte kitâbın yarısını okudum. Ancak kitâbın akıcılığıyla vuruculuğu bir arada olduğu için kitâba ara vermek istedim ve ilk düşüncelerimi yazdım. Sonra devâm ettim ve biraz evvel bitirdim.

Yazarımızın tarzı, son dönemin, bana göre, en önemli öykücüsü olan Sinan Terzi’nin tarzına benziyor. Bu tarz, diyalogların çok olduğu, anlatımın ve konunun diyalog üzerinden ilerlediği ve finallerin çok sarsıcı olduğu bir tarz. Aslında böyle bir tarz, oldukça zor. Çünkü anlatılmak istenen konuyu, yazarın anlattırmasındansa, kurgulanan bir karaktere anlattırmak ve bunu diyalog şeklinde yapmak çok zor. Üstelik bu zorluğun da ötesinde bunu okuyucuya yansıtabilmek daha da zor. Genç yazarımız, bunu değerli Sinan Terzi gibi çok güzel bir biçimde başarmış.

Kitâb, on iki hikâyeden oluşuyor. Kitâbın adı da üçüncü hikâye olan “Gassal”dan geliyor. Bilenler bilir, gassal, gusleden demektir. Ancak buradaki gusûl, Müslümân ölülerin son guslüdür. Yâni gassal, ölü yıkayıcısı demektir. Kitâbın ismi, öykülerin konusuna uygun seçilmiş. Çünkü bütün öyküler, ölümle ilgili. Sâdece biri, şahısların değil, hayâllerin ölümü; biri de bâzı öğretmenlerin sevgiyi öldürebilmesi üzerine...

Ölüm, bilindiği üzere, yaşamın en önemli gerçeği ve hattâ geleceğimize dâir bildiğimiz tek şey. Bu yüzden çok çarpıcı, çok ilginç ve çok değerli. Ölümü anlatabilmek ise ölümün kendisi kadar önemli. Çünkü yeteneksiz bir yazarın elinde çok kötü bir görüntüye dönüşebilecekken, yetenekli bir yazarın kalemin bir ihtişâma dönüşebilir.

Benim eskiden beri düşüncelerimden biri “ölüm ânı öyküleri”ni kaleme almaktır. Hattâ ölüm ânını anlatan birçok öykü de kaleme aldım. Hepsini de beğenirim, doğrusu. Ama bugün kesin olarak karâr verdim ki, hâyır, yayınlamayacağım. Çünkü artık bu alanın bir ustası var ve bu usta, genç bir kardeşimiz. Bize de ona saygı duymak, şapka çıkarmak ve hoş geldin demek düşer...

Hoş geldin, genç kardeşim, hoş geldin...

KUTLU ALTAY KOCAOVA

26.03.2020

17 Aralık 2019 Salı

Korbaşı...




Emin Yarımoğlu tarafından kaleme alınan ve Bozkurt Yayınları tarafından yayınlanan “Korbaşı, Türkistan Milli İstiklal Hareketi Liderlerinden Şir Muhammed Bek” adlı eseri inceleyeceğim. Eser, yayınlanmadan evvel okumak ve eserde de “Gözden Geçiren” olarak yer alan kişi olmak gibi bir şansa sâhibim. Eser, Türkistan’ı merkeze alarak, genel bir Türk-Rus ilişkileri ortaya koymaktadır. Rusların Türk yurtlarına karşı yayılması, Türkistan’da yaptıkları, çatışmalar, direniş, eserin genel yapısını ortaya koymaktadır.

Yazar Emin Yarımoğlu, Adana vâliliğinde görev yapmasının avantajıyla da, Türkistan Millî Mücâdelesi’nin kahramanlarının torunlarıyla bire bir görüşme şansı elde etmiş ve çok değerli bir sözlü târih çalışması da ortaya koymuştur. Yâni okuyacağınız eser, hem belgelere dayalı bir yazılı târih eseri, hem de olayların merkezinde yer alanlarının torunlarının anlattığı bir sözlü târih eseridir.

Eserin ilk bölümünde, Rusların büyümeye başlaması ve Türkistan’daki faâliyetleri ele alınmıştır. Konu hakkında yüzeysel bilgi edinmek isteyenler için önemli bir bilgi kaynağı olmuştur diyebilirim.

İkinci bölümde de, Ruslara karşı Fergana merkezli Türkistan Millî Mücâdelesi anlatılmaktadır ki, bu eserin en önemli bölümünü oluşturmaktadır. Bu kısımda korbaşılar ve Şir Muhammed Bek’e dâir çok önemli bilgiler yer almaktadır. Ayrıca Enver Paşa’nın Türkistan’a geldikten ve Türkistan Millî Mücâdelesi’ne katıldıktan sonra yaptıklarına dâir de çok önemli bilgiler yer almaktadır.

Üçüncü bölümde ise Şir Muhammed Bek’in anayurdundan ayrılması ve Türkiye’ye gelmesine kadar olan süreçle, Türkiye’de yaşayan akrâbalarının anlatımına dayalı çok önemli bilgiler verilmektedir.

Emin Yarımoğlu, eserinin sonuna da Şir Muhammed Bek ve Türkistan Millî Mücâdelesi’ne dâir çok önemli belgeler ve fotoğraflar ile gazete haberlerine de yer vermiştir. Bu yönüyle de eşsiz bir bilimsel kaynak meydâna getirilmiştir.

Eser, dil konusunda da ağır bir akademik anlatım yerine akıcı bir anlatıma sâhibdir. Bu da eserin okunmasını kolaylaştırmaktadır. Türkistan’ın yakın târihi, Rus işgâli ve Türkistan Millî Mücâdelesi’ne dâir bilgi edinmek isteyen herkesin mutlâka edinmesi ve okuması gereken bir baş ucu eseridir.

Tavsîye ederim, okuyunuz efendim.

28 Eylül 2019 Cumartesi

Bozkırın Savaşçısı'na...


Görüntünün olası içeriği: yazı

Dün (28.09.2019) i’tibâriyle yayınlanan ilk romanım olan Bozkırın Savaşçısı’nın üçüncü baskısı, Karakum Yayınları tarafından yayınlandı. Şimdi bakıyorum da, Kasım 2009’da yazmaya başlamışım. Yâni on yıl evvel... Bir buçuk yılda da bitirmişim.

Bozkırın Savaşçısı, Türklerin kendi aralarında dökülen kanı anlatan bir eser. Ama bunun birlikte, oradan oraya savrulan, hayâtına bir amaç katmak isteyenlerin ve bunu yapmaya çalışırken de, mücâdele edenlerin hikâyesi.

Eser, ilk olarak 2015 yılında Güneş Yayınları (adı sonradan Aygan olarak değişti) tarafından yayınlandı. Yâni romanı yazdıktan sonra 3,5 yıl beklemek zorunda kaldım. İlk kez yayınlanana kadar birçok yayınevi, yayınlamak için teklif gönderdi. Bu sürede bu yayınevlerinin iç yüzünü de görme fırsatı elde ettim. Yâni bu romanın ilk yayınlanışı üzerinden 4,5 yıl; yazımının tamamlanması üzerinden yaklaşık sekiz yıl, yazmaya başlamamın üzerinden ise yaklaşık on yıl geçmiş. Hikâyeyi oluşturmanın üzerinden ise en aşağı on beş yıl. İlk ne zaman kurgulamaya başladığımı ise ben bile hatırlamıyorum.

Bu eser, yıllarca benim zihnimde yaşadı. Yâni ilk satırdan i’tibâren anlattığım her şey, benim zihnimde yaşadı. İnsanların yatağa girip, uykuya dalana kadar geçen bir süre vardır. Bu süre herkes için değişir. İşte, bu sürede ben “Bozkırın Savaşçısı”nı yaşattım. Yıllar boyunca bu şekilde geçti ve en sonunda bunu yazıya dökmeye başladım ve sonuç ortaya çıktı.

Romanı yazmaya başladığımda bir üçleme hayâl ediyordum. Türklerin iç kavgasını, kendi içlerinde dökülen kanı anlattığım üç roman. Birinin tamâmen kurgu, birinin büyük ölçüde gerçek (öyle ki, bâzı diyaloglar bile), birinin de kurgu ve gerçeğin bir arada olduğu üç roman. Üçü de farklı konuları ele alacaktı. Hayâlimi gerçekleştirdim. Bozkırın Savaşçısı, Türkistan’dan Hindistan’a Uzun Yolculuk ve Bozkırın İsyânı... Türk’ün döktüğü Türk kanını anlatmayı başarabildiğimi, oradan oraya savrulan hayâtlarını aktardığımı düşünüyorum.

Umarım, bu düşüncelerime okuyucular da katılır. Çünkü her kitâbın iki yazarı vardır. Biri yazarın kendisi, diğeri de okuyucu. Çünkü okuyucu, her romanı yazarından bağımsız olarak, farklı bir şekilde de yorumlar ve anlar.

İyi okumalar...

22 Temmuz 2019 Pazartesi

DEDE KORKUT: TÜRKİSTAN-TÜRKMENSAHRA NÜSHÂSI VE İKİ ESERİN KARŞILAŞTIRMALI DEĞERLENDİRİLMESİ




Bilindiği üzere 2019 yılı Türklük ve Türkoloji açısından büyük bir keşfin yaşandığı yıl olarak târihe geçti. İrân’ın Türkmensahra bölgesindeki Gümbet şehrinde yaşayan Türkmen kökenli bir kitâb koleksiyoncusu olan Veli Muhammed Hoca, Tahran’da aldığı bir kitâbın “Dede Korkut” kitâbının farklı bir nüshâsı olduğunu anladı.

Bizim bu keşiften haberimiz değerli halkbilimci Prof. Dr. Metin Ekici’nin Bayburt Üniversitesi'nin düzenlediği "Dünya Kültür Mirası Dede Korkut Uluslararası Sempozyumu"nun 25 Nisan 2019 târihinde sempozyum açılış konuşmaları kapsamında yaptığı "Gizemli Bir Yazar ve Muhteşem Bir Eser: Dede Korkut Kitabı Niye Yazıldı?" konuşma ile oldu. Sonraki süreç ise mâlum... Sayın Ekici, Ötüken Neşriyât ile anlaştı ve bu keşfin bilimsel yayınını gerçekleştirdi. Aynı günlerde de değerli Türkolog Yusuf Azmun, aynı keşif üzerine çalışıyordu. Değerli Türkolog Timur Kocaoğlu ve Osman Fikri Sertkaya’nın da devreye girmesiyle Türk Dili Derneği’nin yayını olarak Kutlu Yayınları arasından çıktı.

Maâlesef, böyle bir keşif ve bu keşfin bilimsel yayını, ticârî rekâbetin de etkisiyle magazinleşmiş ve hoş olmayan adımlar atılmıştır. Söylenen sözler, yazılan yazıları elbette aktarmaya gerek yok. Ancak Türkiye’nin en yaygın kitâb satış sitesi olan kitapyurdu.com’da her iki eserin puanlamasına bakıldığında durum görülebilir. Sayın Ekici’nin hazırladığı eser için üç kişi, sayın Azmun’un hazırladığı eser için de bir kişi, en düşük notu vermiştir ki, bu onca emeğe ve esere haksızlıktır. Neyse, konumuz bu olmadığı için uzatmayağım ve her iki eseri ve bilim adamımızı karşılaştıracağım. Ancak bu yazı, bir Dede Korkut yazısı değil, bir kitâb karşılaştırma ve değerlendirme yazısı olacaktır.

Karşılaştırmayı yaparken, iki bilim adamımızın “konu” hakkındaki bilimsel çalışmalarını ortaya koyacak ve kapaklardan içeriğe, sözlükten indekse uzanacağım.

Öncelikle iki kişi de, alanlarında çok önemli bilim adamlarıdır. Sayın Ekici, Ege Üniversitesi Türk Dünyâsı Araştırmaları Enstitüsü’nde Türk Dünyâsı Araştırmaları bölümünde Türk Halk Bilimi anabilim dalında yer almakta ve çalışmalar vermektedir. Yüksek lisans tezi olarak "Dede Korkut Tesiri ile Teşekkül Eden Halk Hikayeleri"ni hazırlayan Ekici, doktora tezini de Köroğlu hikâyeleri üzerine vermiştir. Son olarak Mart 2019’da güncellenen Ege Üniversitesi’ndeki kişisel sayfasında1 yüksek lisans tezi, yönettiği tez, kongre ve sempozyum bildirisi, makâle ve kitâb olarak Dede Korkut üzerine 16 çalışma yaptığı görülmektedir. Tabiî, son çalışmalarla birlikte yirmi civârında olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla sayın Ekici, bu konuda Türkiye’de en yetkin kişilerden biridir, dersek yanlış olmaz.

Sayın Azmun, 1966 yılında “Reşid Rahmeti Arat İçin” adlı armağan kitâbında yayınlanan “Türkmen Halk Edebiyatı Hakkında” adlı eserden beri Türkoloji’nin en önemli isimleri arasında yer almıştır. Kendisinin İrân vatandaşı bir Türkmen olması ve yaşadığı Türkmensahra (Günbed) bölgesinin Türkistan’ın kapısı olmasından dolayı hem Fars, hem Türkmen ve Türkistan halk kültüne hâkim olmuştur. Kendisi ayrıca Hoca Ahmed Yesevî ve Orkun yazıtları hakkında da önemli çalışmalar yapmıştır. Ünlü Kırgız edebiyâtçı Cengiz Aytmatov’un kendisi hakkındaki yazısı da, ayrıca önemlidir2. Dolayısıyla sayın Azmun için de bu konuda Türkiye’nin en yetkin kişilerinden biridir, dersek yanlış olmaz.

Bir kitâbda kapağı çok önemsemesem de, hem kitâbın tanıtımı açısından, hem de san’ât açısından kitâb kapağı, bâzen çok önemli ve değerli olabiliyor. Ötüken Neşriyât, bu konuda Kutlu Yayınevi’ne göre daha özenli diyebiliriz. Değerli resim san’atçısı ve Akdeniz Üniversitesi’nde Dr. Araştırma Görevlisi olarak görev yapan Mehmet Sağ’ın çizdiği tablo, san’at değeri yüksek bir kapak hazırlandığını gösteriyor. Kutlu Yayınevi’nin hazırladığı kapak da göze hoş gelmekle birlikte değerli Mehmet Sağ’ın ağırlığı kendisini göstermektedir.

İki eserin içeriğine gelirsek, ki bana göre en önemli kısım budur, dil açısından iki eser arasında herhangi bir fark yoktur. Sayın Azmun’un hazırladığı eser, metin, çeviri, sözlük ve tıpkıbasım bölümlerinden oluşmaktadır. Bununla birlikte öndipnotlar (Dipnot numarası, bilindiği gibi sözcükten hemen sonra eklenir. Öndipnot numarası ise sözcüğün başında yer alır.) hakkında bir açıklama yer almaması, olumsuz bir durumdur. Bu durum, okumayı zorlaştırdığı gibi gereksiz bir kafa karışıklığı da yaratmaktadır. Oysa yayınevi tarafından öndipnotların, orjinal nüshâdaki satır numarasını verdiği belirtilseydi herhangi bir kafa karışıklığı yer almazdı.

Sayın Ekici’nin hazırladığı eser de tıpkıbasım, çeviri, sözlük ve indeks bölümlerinden oluşmaktadır. Bununla birlikte sayın Ekici’nin eserini öne çıkaran bir durum vardır ki, o da eserin “Orjinal Metin (Tıpkıbasım) Transkripsiyon” bölümüdür. Burada orjinal metin ile Lâtin harflerine aktarılan kısım yan yana verilmiştir. Öyle ki, ilk sayfa orjinal metin, yanındaki sayfa da Lâtin harflerine aktarımıdır. Lâtin harflerine aktarılan kısım da satır ve satırdaki sözcük sayısı orjinal metne göre belirlenmiştir. Bu yüzden her sayfada on dört satır bulunmaktadır. Bu elbette, eserin sayfa sayısını arttırsa da, okumayı inanılmaz derecede kolaylaştırmaktadır. Öyle ki, sâdece bu bile konu hakkında akademik çalışma yapacak olanların ya da öğrencilerin tercih etmesi için yeterlidir.

Her iki eser de sözlük bakımından yeterlidir. Eseri okuyan birinin ayrıca sözlük karıştırmasına çok gerek kalmaması, eserin okunabilmesi açısından önemli bir kolaylıktır.

İndeks kısmına gelirsek, maâlesef Kutlu Yayınevi’nin yayınladığı eserde indeks yer almamaktadır. Bu böyle değerli bir eser için çok büyük bir eksikliktir. Meselâ iki eseri elime aldıktan sonra Ötüken Neşriyât baskısında “Kürdistânuñ büyügi”3 ifâdesini gördüm. Hemen yan sayfadaki orjinal metinden de doğrulatma fırsatı buldum. Ancak aynı ifâdeyi Kutlu Yayınevi baskısında görebilmem için eserin tamâmını okumam gerekti. Bunu yapabilmek için de ilk olarak sayın Azmun’un hazırladığı eseri okudum ve aynı ifâdeyi4 görebildim. Bu da bir örnek olarak indeksin önemini göstermektedir. Kaldı ki, günümüzde neredeyse bütün akademik eserlerde indekse büyük önem verilmektedir.

Her iki eser, alanında en değerli eserler olarak yerlerini almıştır. Bununla birlikte sayın Azmun, iki boylama olduğunu söylerken, sayın Ekici ve konu hakkında diğer uzmanlar (Ahmet Bican Ercilasun, Nasır Şahguli, Veliyullah Yakubi, Şahruz Ak Atabay ve Dr. Sara Behzad gibi) tek boylama olduğunu söylemektedir. Tabiî, konunun uzmanı olmadığım ve yazının da konusu bu olmadığı için bunun üzerinde durmayacağım. Belki, bu konuda ayrı bir sempozyum yapılır ve konunun uzmanı olan bilim adamları bir araya gelerek, gerçeği ortaya koyarlar.

Her iki eser de, Türkoloji târihinde yerini aldı. Bu yüzden Kutlu Yayınevi’ni de Ötüken Neşriyâtı da tebrîk etmek gerekir. Ayrıca bana gelen ve sekiz sayfası boş çıkan kitâbı değiştirip, yenisini (berâberinde ayrıca bir başka yayınlarını daha gönderdiler) gönderen Kutlu Yayınevi’ne, bu incelikleri için teşekkür ederim. Bununla birlikte umarım Kutlu Yayınevi, eserin ileriki baskılarında indeks eklerler. Böylece de eser içerisinde inceleme yapılmasını kolaylaştırırlar.

Her iki yayınevine de böyle bir eseri, bize kazandırdıkları için teşekkür ederim.

KUTLU ALTAY KOCAOVA

22 Temmûz 2019

1https://avesis.ege.edu.tr/metin.ekici/cv (Erişim târihi: 22/07/2019)
2Azmun, Yusuf, Dede Korkut’un Üçüncü Elyazması, Soylamalar ve İki Yeni Boy ile Türkmen Sahra Nüshası, s.169-175, Kutlu Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul, Haziran 2019
3Ekici, Metin, Dede Korkut Kitabı, Türkistan/Türkmen Sahra Nüshası, Soylamalar ve 13. Boy, Salur Kazan’ın Yedi Başlı Ejderhayı Öldürmesi, s.81, Ötüken Neşriyât, 1. Baskı, İstanbul, Haziran 2019
4Azmun, Yusuf, Dede Korkut’un Üçüncü Elyazması, Soylamalar ve İki Yeni Boy ile Türkmen Sahra Nüshası, s.44, Kutlu Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul, Haziran 2019

30 Aralık 2018 Pazar

100.000


                                                    Otomatik alternatif metin yok.

100.000… Mehmet Levent Kaya’nın yeni romanı. Uygurlardan ve onların bir nevî opera olan dor adlı san’atlarından söz ettiği “Çölde Dor”, günümüz Moğolistan’da geçen ve merkezinde Sakha Türkü bir genç ile Altaylı bir Türk kızının yer aldığı, Sibirya coğrafyasını önümüze seren “Ölüöne”nin yanına, üçüncü romanı 100.000 yerleşmiş durumda.
100.000 adı, birçok kişi tarafından ilginç bulunabilir. Tümen, 10.000; Bumın da, 100.000 anlamına geliyor. Yâni Bumın Kağan’ın iktidâra gelip, hânedânını kurmasını anlatan bir roman.
Roman, bir aşk hikâyesi ve bu aşk hikâyesinin şekillendirdiği savaşı ele alıyor. Göktürk târihi konusunda biraz bilgisi olanlar, az da olsa bu konuda bilgi sâhibidirler, elbette. Kaldı ki, bir romanın incelenmesinde pek detaya girmemek lâzım. Yazarımız, bu aşk hikâyesini, asıl hikâye olan Bumın Kağan’ın yaşamı içerisinde oldukça güzel bir biçimde örmüş ve yerleştirmiş. Bu açıdan takdir etmek gerekir.
Ayrıca özellikle Ölüöne romanında gördüğümüz bölgeye dâir coğrafya bilgisini bu romanda çok iyi görüyoruz. Hattâ diyebilirim ki, şimdiye kadar okuduğum romanlar içerisinde bozkırın ve Ötüken bölgesine dâir en başarılı anlatımlar, bu eserde yer alıyor. Bozkırın iklimi, coğrafyası, bozkır toplumlarının yaşamı, hayvanlara verdikleri önem, çatışmaları, hangi zamanda, hangi gıdâları aldıkları, kımız ve arak gibi içkilerini nasıl yaptıkları, çok başarılı bir şekilde anlatılıyor.
Romanın dili akıcı. Ancak yazarımız, döneme dâir daha canlı bir anlatım sağlayabilmek ve Türkçe sözcükleri kullanmak amacıyla Türkiye Türkçesi’nde pek bilinmeyen ama Kazak, Altay ve diğer Türklerin bildiği sözcükleri kullanmayı seçmiş. Bu elbette, okurken, sık sık ara vermeye yol açsa da, dipnotlarda belirterek Türkiye Türkçesi’nde kullandığımız bir çok yabancı sözcüğün Türkçesini öğrenmemizi sağlamış. Bu açıdan oldukça güzel bir durum.
Romanın sonu, ucu açık bittiği için devâm olarak, ikincisi yazılabilir. Tümen Yabgu’nun Bumın Kağan oluşunu, mücâdelesini, savaşlarını, kağan seçiminin nasıl yapıldığını ve bütün coğrafyayı, kısaca bozkır yaşamının nasıl olduğunu anlamak isteyenlerin mutlâka okuması gereken bir roman… Okuyunuz, efendim…

16 Aralık 2018 Pazar

Yeni Bir Fikir - Dost A.Ş.




Bütün varlığını dünyaya ilan etmeden yaşamanın seni sınırlayacağını düşünüyorsun, biliyorum. Yalnızca insanlara gösterilebilir şeyler yaşamaya çalışıyorsun artık; kendin için değil başkaları için yaşıyorsun tecrübelerini. Yalnız olmaktan korktuğunu biliyorum. Ama bu acınacak hâlimizi değiştirmiyor: Sonuçta hep yalnızız; ve daha önemlisi, asla yalnız değiliz.”

Bu paragraf, Dost A.Ş.’nin karakterlerinden birine âid. Dost A.Ş., İsmâil Biçer’in ikinci romanı. Daha önce 2016’da Düş Cambazı adlı bir roman kaleme almış. Henüz onu okumadığım için bir şey diyemem ama internetten arka kapak yazısına bakınca ilgimi çektiğini ve Dost A.Ş.’deki gördüğüm tarz ile yakın olduğunu söyleyebilirim.

Dost A.Ş., Karakum Yayınları tarafından yayınlanmış bir eser. Genel olarak aynı isimli bir danışmanlık şirketi üzerinden kurgulanmış bir hikâyeyi bize sunuyor. Buna göre toplum içinde çeşitli sorunları olan insanların yakınlarının başvurusuyla devreye sokulan bir psikolojik hizmet dersek yanlış olmaz. Tabiî, burada bu psikolojik hizmetin ne olduğu önemli. Kitâbın da farkı burada.

Dost A.Ş. adlı şirketin verdiği hizmet, diğer psikolojik hizmetlerden epeyce farklı... Psikoloji ve oyunculuk konularında eğitim almış elemanlar, yakınları tarafından başvurulan kişilerle bir haftalık bir dostluk kuruyorlar. Yâni insanlara kaybettikleri en önemli özelliklerinden birini tekrar kazandırmaya çalışıyorlar.

Eser, konusu îtibâriyle özgün. Bildiğim kadarıyla bu ya da benzeri bir konuda kitâb yazıldığını görmedim. Dolayısıyla kitâbın bu özgün yapısı, onu etkileyici kılıyor. Öyle ki, kitâbı okuyan bâzı girişimcilerin bu tarzda bir danışmanlık şirketi kurmasına şaşırmayacağımı söyleyebilirim. Birçok kişiye yeni bir girişimcilik dalı olarak fikir verebilir.

Ayrıca hikâyenin başlangıcı, okuyucuyu kendisine bağlamak noktasında oldukça etkileyici bir yapıda. Bu bir kitâb için çok önemlidir. Genelde girişi etkileyici olmayan kitâbların ilerleyen sayfalarda bunu yakalaması çok zor olur. Dolayısıyla yazarımız, bu konuda kitâbın ilk cümlesinden bizi bağlamayı başarıyor. Ancak kitâbın diğer iki başarısını da vurgulamamız gerekir ki, o da kitâbın girişindeki anlatımın her sayfasında güçlenerek devâm etmesi ve sonucu da başlangıç ve iç kısımlardan daha da etkileyici bir biçimde tamamlaması. Yâni kitâbın dilinin akıcılığı, okuyucunun romanı bırakmak istememesini sağlamak... Bu çok önemli...


İyi bir kitâb okuyucusu, okuduğu kitâbın bitişini maddî olarak bitişten değil, sonuçtaki anlatımdan anlamak ister. Yâni okuduğunuz kitâb biterken, eğer bir devâm kitâbı olmayacaksa, mümkün olduğu kadar en vurucu şekilde bitmesi gerekir. Bir devâm kitâbı olacaksa bile vuruculuğu yakalamak önemlidir. Ama tabiî, bu durumda açık kapı bırakmak gerekeceği için bu farklı bir şekilde olur. Yine de her iyi kitâb, vurucu bir sonla bitmelidir. Böylece kitâbı okuyup, kapağını kapatan kişinin üzerindeki etkisi devâm edebilsin. Yazarımız bunu çok güzel bir biçimde yerine getirmektedir.

Bir roman için diğer önemli bir özellik, hikâyenin aktarımında çelişkilerin olmamasıdır. Eğer bir hikâye aktarılırken içinde çelişkiler barındırıyorsa, bu ciddî bir değer kaybına sebeb olur. Ancak yazarımızın bu konuda dikkâtli olduğu görünmektedir. Zîrâ romanın içerisinde tutarlılığa son derece önem verilmiştir. Hattâ bir ân çelişki mi var dediğiniz kısımların bile son derece tutarlı olduğunu, bu kısımların da romana ayrıca değer kattığını görüyorsunuz.

Kitâbın başından sonuna kadar bir sinema filmi, hayâl etmedim dersem yalan olur. Gördüğüm kadarıyla senaryo hâline getirilmeye de oldukça uygun olan bir eser. Belki bir gün, “Dost A.Ş. sinemalarda” diye bir afiş görebiliriz. Kim bilir...

Sözün özü, çok beğendiğim ve okurken zevk aldığım bir eser olmuş. En kısa zamanda yazarımızın ilk kitâbı olan “Düş Cambazı”nı da okuyacağıma emîn olabilirsiniz.... Okuyunuz, efendim... Okumak güzeldir...

16.12.2018

KUTLU ALTAY KOCAOVA


9 Kasım 2017 Perşembe

SAVAŞÇININ DOKUZ İLKESİ’NE DÂİR

     
   


            Geçtiğimiz ekim ayında çok değerli bir kitâb, hayâtımızdaki yerini aldı. Üstelik başucu kitâbı olacak derecede güçlü, önemli ve değerli bir kitâb olarak… Savaşçının Dokuz İlkesi, değerli Mete Aksoy’un, liderlik, strateji, askerlik, iş dünyâsı ve benzeri alanlarda okuduğu, incelediği yüzlerce eserin sonucunda ortaya çıkan bir sistematik yapı…

            Şimdiye kadar birçok kitâb yazısı yazdım. Ancak hiçbirine bu şekilde giriş yapmadım. Böylece kitâbın beni ne kadar etkilediğini göstermek istiyorum. Historia Yayınları’nın henüz yayınladığı ilk kitâbla böyle bir başarı yakalamasını da tebrîk etmek gerekir. Yazar Mete Aksoy ise zâten gerek Türkiye’de, gerek ABD’de yaptığı çalışmalar ve ortaya koyduğu eserlerle bildiğimiz ve değer verdiğimiz biri…

            Kitâb, adında görüldüğü gibi savaşçının dokuz ilkesi üzerine hareket ediyor. Elbette buradaki savaşçı kavramı, sâdece askerî anlam ifâde etmiyor. Askerler, iş adamları, siyâsetçiler ve daha birçokları. Yâni aslında hayâtın kendisini ifâde ediyor. Hayât mücâdelesinin nasıl kazanılacağını…

            Yâni kitâbı okuyan herkesin, kendisinden bir şeyler bulabileceği bir eser. Meselâ bir öğretmen olarak ben, kitâbın ortaya koyduğu “basitlik ilkesi” üzerinden öğrencilerimle bir çalışma yapmaya başladım bile… Yazar Mete Aksoy’un birkaç hafta evvel sosyal medya üzerinden paylaştığı, kendisine sorulan bu kitâbın, kızları etkilemeye karşı da işe yarayıp yaramayacağına dâir bir soru da, aslında çok önemli. Bu kitâbın, hayâtın her alanına hitâb edebildiğini ve herkesin “hedef ilkesi” doğrultusunda önemsediği konuda faydalanabileceğini gösteriyor ki, bu muazzâm bir başarıdır.

            Yazarımız, kitâbın başında kendisinin de insan olduğuna vurgu yaparak, hatâ yapabileceğini söylüyor. Ancak kitâbın içerisinde birkaç harf hatâsı ve sıralama hatâsı dışında bir hatâ olmadığını söylememiz gerekir. Harf hatâları, oldukça doğaldır ve yaklaşık dört yüz sayfalık bir eserde olmaması imkânsızdır. Bunu da kitâbı alıp, basitlik ilkesinin ikinci kuralını okuyanlar anlayacaktır. Dolayısıyla böyle bir eserde, bu kadar az harf hatâsının olması, büyük bir başarıdır. Bu noktada kitâbın editörünü tebrîk etmek gerekir.

            Bununla birlikte “Kuvvet Tasarrufu Prensibinin Teorisi” kısmında bir sıralama hatâsı bulunuyor. Prensibin “sıklet merkezi prensibi” ile ilişkisi anlatılırken, sıklet merkezi prensibinin bir sonraki bölümde anlatılacağı için kısaca geçileceği söyleniyor. Ancak aslında bir önceki bölümdeydi. Sanırım yazım esnâsında kuvvet tasarrufu prensibi daha önce yazıldığı için dikkatten kaçmış. Ancak kitâba etkisi olmadığı ve bir sonraki basım için rahatlıkla düzeltilebileceği için üzerinde durmamak gerekir.

            Kesinlikle söyleyebilirim ki, bu kitâbı okurken, bir subay olsaydım, bütün astlarıma okumalarını emrederdim; Harp Okulu ya da Harp Akademileri’nde görevli olsaydım, okuma zorunluluğu getirirdim. Herhangi bir şirketin yöneticisi olsaydım da, çalışanlarıma okumalarını emrederdim. Millî Eğitim Bakanlığı’nda yönetici konumunda olsaydım, bütün öğretmenlerden okumalarını isterdim. Yâni hangi alanda etki ve yetki sâhibi olursam olayım, altımdakilerden mutlâka okumalarını isterdim.

            Okumalısınız, mutlâka okumalısınız…

9 Kasım 2017


Kutlu Altay KOCAOVA