"Hayır
Ashkar neden sevdiğinden korkasın ki? Ayrıca bu sorgusuz itaat etmende senin
büyük bir yükün olacak bana inan kardeşim. Bunu hissedebiliyorum. Kime
bağlanırsan, seni en çok o kullanır." (s.5)
Kırmızı Günce – Yaratılış... Genç yazar Mücahit Gezen’in
yazdığı fantastik bir yaratılış romanı. Tanrı’nın evreni, varlıkları, cennet ve
cehennem ile dünyâyı ve insânları yaratmasının romanı. Diyebiliriz ki, vahiy
dînlerinin yaratılış mitolojisinin, fantastik bir kurgusu.
Eser kaynağını, vahiy dînlerinin yaratılışa dâir
anlatımlarından alıyor. Ancak tabiî olarak isimler değişmiş. Olaylar ve
yaşananlar da elbette kurgunun içerisinde yeni bir şekilde karşımıza çıkmış. Kırmızı
Günce adlı serinin ilk kitâbı olan eser, aslında iki bölümden oluşuyor. Biri,
Tanrı Jalne’nin insanı yaratmasının öncesinde ve sonrasında meleklerin
aralarındaki ilişki; diğeri de dünyâda var olan insanların kötü güçlerle
mücâdelesi.
Yazarımız, âdetâ yeni bir mit ortaya
koymuş. Bununla berâber Tanrı’nın, meleklerin, şeytânların ve insanların
isimlerine bakıldığında ortaya konan bu mit, oldukça Batılı bir şekilde
karşımıza çıkıyor. Gerçi kullanılan isimler, Batı dillerinde de yer almıyor. Ancak
insanların ülkesi olarak nitelenen Daorion adındaki Yunanca ek gibi örnekler,
bu durumu ortaya koyuyor. Tabiî, bunda son dönemde hızla gelişen fantastik
edebiyâtın etkisinin olduğu göz ardı edilemez. Ancak bu durum, eseri
yabancılaştırmadığı gibi okumayı da etkilemiyor. Ayrıca Ortaya koyduğu cennet
ve dünyâ sahnesi, antik Yunan’ı anımsatıyor. Aynı şekilde ortaya konan tanrı
sahnesi de, deist ve şamanist inançlardaki tanrı sahnesini anımsatıyor.
Eserin dili oldukça akıcı ve sâde. Bu durum, kitâbın
okunmasını kolaylaştırıyor ve ayrı bir zevk sağlıyor. Ancak zaman zaman birbiriyle
çelişkiye düşen cümleler görülebiliyor. Meselâ bir savaş sahnesi anlatılırken,
savaşan varlığın ölümcül ve derin yaralar aldığı söylenirken, birkaç cümle
sonra yaralarının önemsiz olduğu söyleniyor. Bu durum ise kitâbın okunuşunu kesintiye
uğratıyor ve zarar veriyor. Ancak bunun iki defâ olması ve genç yazarımızın
tecrübesizliğini göz önünde bulundurmak da gerekiyor. Bunun dışında eserin ders
verici bir tarzı var. Hattâ bunun için yazıldığı düşüncesi yaratan özdeyişler
de bolca yer alıyor. Ancak bunlar okumaya zarar vermediği gibi ayrı bir hoşluk
katıyor.
Eserin bu teknik incelemelerinin dışında, özellikle ilk
bölümünde tanrı ve adâlet kavramlarına yönelik bir sorgulama dikkâti çekiyor. Tanrı,
melek ve şeytân kavramlarıyla adâlet kavramına dâir inanılmaz etkili bir
sorgulama var. Yazının başında alıntı yaptığım cümle, kitâbda başmeleklikten
düşen Askham tarafından bir diğer başmelek olan Askhar’a söylenen bir söz. Aslında
yazar, burada bu düşmüş başmelek üzerinden her dönemdeki insanlara söylüyor,
bunu. Ancak şunu da belirtmekte fayda var. Eserin sorgulamacı yönündeki
güzelliklerden biri, bu özelliğin tek bir karakterde kalmaması. Yâni bir süre
Askham’da iken, sonradan da farklı farklı melekler ve insanlarda da görülmesi.
Tanrı’nın
sonradan şeytânî bir lidere dönüşecek olan başmeleği ile olan ilişkisi ve bunu
betimlerken kullandığı dil, oldukça güzel, başarılı, etkileyici ve cesûr. Özellikle
Türkiye’de çekinilen bir alana giriyor. Özellikle günümüz Türkiyesi’nde böyle
bir eseri kaleme almanın nasıl bir cesâret olduğunu sanırım söylemeye gerek
bile yok.
Çok fazla bir şey söylemeye gerek yok. Fantastik eserlerden hoşlananlar için güzel bir eser, okumanızı öneririm.
Çok fazla bir şey söylemeye gerek yok. Fantastik eserlerden hoşlananlar için güzel bir eser, okumanızı öneririm.