6 Mayıs 2016 Cuma

KIRMIZI GÜNCE - YARATILIŞ - YARATILIŞ MİTOLOJİSİNİN FANTASTİK KURGUSU



"Hayır Ashkar neden sevdiğinden korkasın ki? Ayrıca bu sorgusuz itaat etmende senin büyük bir yükün olacak bana inan kardeşim. Bunu hissedebiliyorum. Kime bağlanırsan, seni en çok o kullanır." (s.5)

            Kırmızı Günce – Yaratılış... Genç yazar Mücahit Gezen’in yazdığı fantastik bir yaratılış romanı. Tanrı’nın evreni, varlıkları, cennet ve cehennem ile dünyâyı ve insânları yaratmasının romanı. Diyebiliriz ki, vahiy dînlerinin yaratılış mitolojisinin, fantastik bir kurgusu.

            Eser kaynağını, vahiy dînlerinin yaratılışa dâir anlatımlarından alıyor. Ancak tabiî olarak isimler değişmiş. Olaylar ve yaşananlar da elbette kurgunun içerisinde yeni bir şekilde karşımıza çıkmış. Kırmızı Günce adlı serinin ilk kitâbı olan eser, aslında iki bölümden oluşuyor. Biri, Tanrı Jalne’nin insanı yaratmasının öncesinde ve sonrasında meleklerin aralarındaki ilişki; diğeri de dünyâda var olan insanların kötü güçlerle mücâdelesi.

            Yazarımız, âdetâ yeni bir mit ortaya koymuş. Bununla berâber Tanrı’nın, meleklerin, şeytânların ve insanların isimlerine bakıldığında ortaya konan bu mit, oldukça Batılı bir şekilde karşımıza çıkıyor. Gerçi kullanılan isimler, Batı dillerinde de yer almıyor. Ancak insanların ülkesi olarak nitelenen Daorion adındaki Yunanca ek gibi örnekler, bu durumu ortaya koyuyor. Tabiî, bunda son dönemde hızla gelişen fantastik edebiyâtın etkisinin olduğu göz ardı edilemez. Ancak bu durum, eseri yabancılaştırmadığı gibi okumayı da etkilemiyor. Ayrıca Ortaya koyduğu cennet ve dünyâ sahnesi, antik Yunan’ı anımsatıyor. Aynı şekilde ortaya konan tanrı sahnesi de, deist ve şamanist inançlardaki tanrı sahnesini anımsatıyor.

            Eserin dili oldukça akıcı ve sâde. Bu durum, kitâbın okunmasını kolaylaştırıyor ve ayrı bir zevk sağlıyor. Ancak zaman zaman birbiriyle çelişkiye düşen cümleler görülebiliyor. Meselâ bir savaş sahnesi anlatılırken, savaşan varlığın ölümcül ve derin yaralar aldığı söylenirken, birkaç cümle sonra yaralarının önemsiz olduğu söyleniyor. Bu durum ise kitâbın okunuşunu kesintiye uğratıyor ve zarar veriyor. Ancak bunun iki defâ olması ve genç yazarımızın tecrübesizliğini göz önünde bulundurmak da gerekiyor. Bunun dışında eserin ders verici bir tarzı var. Hattâ bunun için yazıldığı düşüncesi yaratan özdeyişler de bolca yer alıyor. Ancak bunlar okumaya zarar vermediği gibi ayrı bir hoşluk katıyor.

            Eserin bu teknik incelemelerinin dışında, özellikle ilk bölümünde tanrı ve adâlet kavramlarına yönelik bir sorgulama dikkâti çekiyor. Tanrı, melek ve şeytân kavramlarıyla adâlet kavramına dâir inanılmaz etkili bir sorgulama var. Yazının başında alıntı yaptığım cümle, kitâbda başmeleklikten düşen Askham tarafından bir diğer başmelek olan Askhar’a söylenen bir söz. Aslında yazar, burada bu düşmüş başmelek üzerinden her dönemdeki insanlara söylüyor, bunu. Ancak şunu da belirtmekte fayda var. Eserin sorgulamacı yönündeki güzelliklerden biri, bu özelliğin tek bir karakterde kalmaması. Yâni bir süre Askham’da iken, sonradan da farklı farklı melekler ve insanlarda da görülmesi.

Tanrı’nın sonradan şeytânî bir lidere dönüşecek olan başmeleği ile olan ilişkisi ve bunu betimlerken kullandığı dil, oldukça güzel, başarılı, etkileyici ve cesûr. Özellikle Türkiye’de çekinilen bir alana giriyor. Özellikle günümüz Türkiyesi’nde böyle bir eseri kaleme almanın nasıl bir cesâret olduğunu sanırım söylemeye gerek bile yok. 

Çok fazla bir şey söylemeye gerek yok. Fantastik eserlerden hoşlananlar için güzel bir eser, okumanızı öneririm.