İtalyan edebiyâtının
büyük isimlerinden Dino Buzzati’nin büyük eseri... Tatar Çölü... Türkçe baskısı
İletişim Yayınları’ndan çıkan eser, herkesin unuttuğu bir sınır kalesi olan
Bastiani Kalesi’nde geçiyor. Berâberinde de bir militarizm sorgulaması ve
İtalyan düşüncesinin temelinde yer alan Türk-Tatar korkusunu ele alıyor.
Romanın ana kahramanı, kahraman olma hayâlleri kuran genç
bir subay. İlk görev yeri olan bu sınır kalesine atanmadan evvel genelde silik
bir görüntü çizen bu karakter, görev yerine ulaştıktan bir süre sonra buraya
dâir anlatılanların etkisiyle kendisini düşman saldırısını engelleyecek
kahraman bir subay olarak görmekte ve bunun hayâlini kurmaktadır.
Sınır kalesi, adına Tatar Çölü denen, uçsuz bucaksız bir
düzlüğe bakmaktadır ve buradan sürekli olarak bir saldırı beklenmektedir. Her
ne kadar artık ne silâhlı kuvvetler, ne de hükûmet, böyle bir beklenti içinde
olmasa da, Tatar Çölü, kaledekilerin yaşama sebebidir. Burada aslında genel
olarak İtalyan bilinçaltına yerleşmiş Türk-Tatar korkusunu görüyoruz. Zâten
kitâbın adı da buradan geliyor.
Bu hayâlî kale ile hayâlî çöl ile bu hayâlî çölden
medeniyete saldıracak olan barbar Tatarları engelleyecek kahramanlar...
İnsanoğlu, her zaman kendi yaptıklarına bir anlam yüklemeye çalışır. Anlamlı
hareket etmek, bir nevî bedeldir, aslında. Dolayısıyla yitip giden, yaşanmamış,
hebâ edilmiş bir hayâtın anlamı... Daha doğrusu bedeli... Var olmayan düşmâna
karşı tetikte beklemek... Buradaki hayâlî düşmân üzerinden yaratılan
kahramanlık algısı, aslında temelde Türk-Tatar korkusuna yönelik büyük bir
eleştiridir. Bu yönüyle de çok önemlidir.
Bir diğer yönü de militarizme yönelik eleştirisidir.
Kahraman olmak isteyen askerlerin, savaş isteğinin gücü görülür. Çöldeki her
ışık ya da her hareket, inanılmaz bir hareketliliğe, söylentilere yol açar ve
yeniden eski umutların canlanmasına yol açar. Bu kaledeki askerler için
beklenen düşmân saldırısı, bir umuttur. Yâni artık var olan durumu, vatanını
koruma isteği değildir. Şân ve şeref sâhibi olma isteği de değildir. Hattâ hep
var olan kahraman olma isteğini de aşmıştır. Artık var olan bir hayâlin
peşinden hebâ edilen bir hayâta anlam katmaktır. Yâni yitip gidenlere bahâne
bulmaktır, aslında.
Dino Buzzati, militarizme, bilinçaltındaki Türk-Tatar
korkusuna ya da ömrünü hiçbir zaman gerçekleşmeyecek hayâllerin peşinden
sürükleyenlere yönelik bu eleştiriyi yazarken, aslında bütün bir evrenin ya da
insanlığın sorgulaması vardır. Ne için yaşıyoruz ya da vazgeçtiğimiz şeylerden
ne için vazgeçiyoruz? Peki, uğruna vazgeçtiklerimiz, vazgeçtiklerimiz kadar
gerçek mi? Eğer gerçek değilse, hangi dürtü ya da amaç, insanları gerçek
olmayan şeyler için kendi hayâtına hebâ etmeye yöneltebilir ki? Bu durumda, bu
dürtü ve amaçlar ne kadar gerçektir, ne kadar inandırıcıdır? İşte, müthiş bir
sorgulama... Varlığımızın varoluşsal sorgulaması... Franz Kafka ya da Albert
Camus gibi...
Bununla berâber bütün bunların ötesinde ne Türk-Tatar
korkusunu, ne militarizmi, gözümüze sokmadan anlatan, sorgulatan, edebiyâtla
felsefeyi birleştirip, okuyucunun beyninde müthiş sorular sorduran bir yazar
var...
Okumak güzeldir... Sormak güzeldir... Sorgulamak
güzeldir...
Okuyunuz, efendim... Sorunuz, sorgulayınız,
sorgulatınız...
7
Haziran 2016
KUTLU
ALTAY KOCAOVA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder